Doğu göğünün altında, insanlardan çok uzak bir dağ sırasının bulutlara değdiği yerde yıldızlar yerlerini tandan önceki zifiri karanlığa bırakmıştı. Kıpırtısız yamaçta vadiye bakan kuytusunda uyumakta olan Amur düşünde annesinin onu dereden karşıya geçirişini, altından sarı suların aktığını, henüz küçük olan patilerinin suya değdiğini görüyordu, su soğuktu ve hareket ediyordu, annesi Amur’u ensesinden sımsıkı tutuyordu. Amur titredi, bıyıklarını yanaklarına yapıştırdı ve bir an önce toprağa basmak için dua etti. Çelik bir rüzgar Amur’un kulaklarını titrettiğinde annesi Amur’u derenin ortasında suya bırakıverdi. Küçük Amur soğuktan titredi, nefesini tutarak kafasını suyun üstünde tutmaya çalıştı.

Tan kızıllığı yerini mavi göğe bırakıp, yeşilliklerin üzerindeki çiğ toprağa sızmaya başladığında Amur ininden çıkıp nehir kıyısına doğru yamaçtan aşağıya inmeye başladı. Annesinden ayrılalı üç yaz geçmişti ve Amur artık soğuk ve sarı sudan korkmuyordu. Ama nehrin karşı kıyısı, kendinden iki bahar büyük, sarı kulaklı iri dişinin bölgesiydi ve şimdi büyük dişiye üç küçük yavrusu eşlik ediyordu. Yavruları olduğunda ondan uzak durması, nehrin karşı kıyısına geçmemesi akıllıca olurdu. Nehrin çok yukarılarında, Karga Gaga Kaya’nın nehri dar bir dönemece soktuğu yerde, akıntı çok daha kuvvetli de olsa karşı kıyıya geçebiliyordu, küçükken annesinin Amur’u ve kardeşi Sispa’yı geçirdiği yerden. Annesinden ayrıldıktan sonra Sispa, zirvesinde bulutun eksik olmadığı Nanca Dağı’nın eteklerine kadar gitmiş ve orada kalmıştı. Annesi karşı kıyının içlerine geri dönmüş, Amur ise küçükken annesinin ağzında nehirden geçtiği Karga Gaga dönemecinden kıyının karşı tarafını keşfe çıkmıştı. Sarı kulaklı büyük dişiyle karşılaşması da bu ilk keşif turuna rastlamıştı. Amur’dan çok daha deneyimli ve güçlü olan Sarı Kulak, Amur’u saatlerce uzaktan izlemiş, Amur izlendiğini fark etmediğinden bir süre sonra aniden karşısına çıktığında olduğu yerde kalakalmıştı. Karşısındaki dişi annesinden bile daha iriydi. Ama Amur geri adım atmak istemiyordu. Keşfi boyunca aldığı kokuların sahibinin karşısındaki sarı kulaklı büyük dişi olduğunu anladığında, yanlış bölgede keşfe çıktığını ve bölgenin sahibinin onu rahat bırakmayacağını anladı. Sarı kulaklı iri dişi ayaklarını yere çakmış, bıyıklarını yüzünün önüne germiş, ağzı yarı açık tam karşısında duruyordu. Amur önce onun, tıpkı annesinin kendisine ve Sispa’ya sık sık yaptığı gibi bir ders vermeye hazırlandığını sandı. Biraz canı yanacak, gururu incinecek ama sonra ciddi bir yara almadan oradan uzaklaşacaktı ki dişi kedinin hamlesini beklemeye başladı, uzatmadan pes etmeye hazırdı. Gözlerini ayırmadan bekledi. Bekledi. Bıyıkları titremeye başlamıştı, kasları geriliyordu ama bekledi. En iyi öğrendiği şeydi beklemek. Hamlesini yapmak üzere doğru anın gelmesini beklemek, doğru ana karar verebilmek. Ve o ana kadar beklemek. Üstesinden gelemeyeceği hiçbir hamleye girişmemek. Beklemeyi öğrenene kadar canı çok yandı. Bedenin hafızası vardır; bedenin bilgisine güvenmeyi öğrendi. Toy olsa da iyi eğitim almıştı geçkin annesinden.

Sarı kulaklı iri dişi bacaklarını gövdesine yaklaştırıp vücudunu gevşetti. Kafasını gökyüzüne kaldırıp, ağzını kocaman açarak uzun uzun esnedi. Kendine güvenini ve karşısındaki toy delikanlıyı umursamadığını bildirdi böylece. Amur, sarı kulaklı iri dişinin esnemesi bitmeden çoktan arkasına dönüp seri adımlarla ordan uzaklaşmaya başlamıştı. İri dişi kedinin kokusunu alamayana kadar da yavaşlamadı.


Yuvasının olduğu tepenin doğusundaki düzlüklere gitmek yerine Amur nehrin biraz aşağısındaki kumluğa inip sabah sularını içen muhtemel avlarını teftiş etmeye karar verdi. Nehrin kıyısından gitmektense, bambularla kaplı kumluğa karanın içersinden yaklaşacaktı. İlk zamanlar bambularla kendini gizlemeyi denemişti ama içerden, otlakların başladığı yerden avına yaklaştığında, kumlukta koşmak zor olduğundan ve geride ava yalnızca nehre atlamak kaldığından bu güzergahın daha verimli olduğunu öğrenmişti. Eğer sabah kumluktan eli boş dönerse, doğu düzlüklerinde öğlen otlayan sürülere gitme şansı vardı daima.

Kayalıklı tepeden aşağıya indikçe yüksek çalı öbekleri ve bodur ağaçların arasından dolanarak ilerlemeye başladı. Nem giderek artıyor, burnunun üzerinde çiğleniyordu. Sıcaklar arttığında nem çekilmez hale gelecek, gündüz sıcağında avlanmak neredeyse imkansızlaşacaktı. Nemli yaz aylarında çoğunlukla gece avlanıyor, gündüz avlandığında nehirde ilerleyerek avına sudan yaklaşmayı denediği oluyordu. Ama nehrin çoğu yerinde akıntı onun için bile fazla güçlüydü, o yüzden ancak yazın sonlarında, nehrin sert kıvrımlarla döndüğü ve dirsek oluşturduğu yerlerde yüzebiliyordu.

Amur’un deneyimli ve olgun annesi, onu ve Sispa’yı himayesinden sertlikle uzaklaştırmadan önce, yuvalarının etrafında gittikçe daha büyük daireler çizerek kendi alanlarını yaratmayı ve oraya sahip çıkmayı, sadece diğer kaplanlarla değil tüm yırtıcılarla başa çıkabilmenin yollarını öğretmişti. Annesinden ayrıldığı ve kendisine gece uyuyacak güvenli bir yer aradığı o tedirgin ilk günlerde Amur, daireler çizerek keşfe çıkmanın, karada dümdüz ilerlemekten çok daha çabuk hakimiyet kazandırdığını gördü. Nereye gideceğini kestiremediği o ilk zamanlar, kararı bedenine bırakmıştı; öğrendikleri artık bünyesinin bir parçası haline gelmiş bir refleksle hareket ediyordu.

Yamacın diğer tarafından düzlüğe inip kumluğun, karanın içlerindeki ucuna vardığında yüksek ot öbeklerinin ardında yere uzanıp nehrin kenarındaki hareketleri gözlemlemeye başladı. Burası nehrin kenarındaki en geniş kumluk alan olduğundan başka bir kaplanla karşılaşma olasılığı vardı. Avlanırken en son isteyeceği şey, başka bir kaplanla karşılaşmaktı. Hele de av alanına giren kaplanın yanında yavruları varsa, çatışma şiddetli olacağından çekip gitmek Amur’a düşecekti. Güzergahı boyunca taze bir kokuya rastlamadığından belli ki bugün o günlerden biri değildi.

Güneşin yükselmesiyle artan nem ve dağınık sazlar görüşü daralttığından arada bir yerinden kalkarak ve daima kendine yeryüzünün uzantılarını siper ederek yer değiştiriyordu. Aradan geçen süre içersinde dağınık av gruplarının sayısı, içlerinde deneyimli olan ve dolaysıyla kendisini ilk fark edecek olanları, henüz yeni serpilmekte olan yavruların sezgileri en açık olan annelerini saptadı. Yavrular arasından bugün hedefi olabilecek olan dört-beş tanesini gözleriyle damgaladı. Durduğu yerden hepsini birden izleyebiliyordu. Bu hazırlık gözlemleri sonrasında muhtemel avlarının bölgedeki hareketine göre yer değiştirecek, ve hamlesine başlamak için en uygun yeri bulmaya çalışacaktı. Avlanmak, devingen bir denklem kurmak gibiydi; avlarıyla arasındaki ilişkiyi o belirliyordu. Hamlesine başlamadan önce uzun uzun hareketlerini gözlemliyor, dağılıp toparlanma devinimlerinin döngülerini inceliyor ve en yüksek hıza ulaşabilmek için sazların arasında kendine bir yol çiziyordu. Böylelikle bu yolun başlangıç noktasını, yani hamlesinin çıkış yerini belirliyordu. Ama en önemlisi, rüzgarın kendisine doğru estiği (tabii buna esmek denirse) nehrin kuzey tarafında o en uygun anı beklemeye başladı. O an öğle sıcağından önce gelse iyi olacaktı.

Henüz bir ailenin üyesiyken kardeşi Sispa’yla yarışır, boy ölçüşürlerdi. İlk zamanlar annesi küçük bir avı yaralar, onlar da yakalamaya çalışırlardı, ava yandan saldırıp çenelerini boynuna geçirirlerdi. Sispa, Amur’dan çok daha hızlıydı, aniden harekete geçip hayvanın dibinde bitiveriyordu, Amur ise hep onun ardında kalıyordu. Ama Amur daha güçlüydü, dişlerini geçirdiği bir hayvanın kaçabildiği olmamıştı hiç. Bedeni irileştikçe, çenesinin yakaladığı hayvanı yerden kaldırıp hemen silkmeyi becermeye başladı. Avın bacakları titremeyi bırakır, cansız yerde uzanırdı. Amur hemen annesine koşup annesinin boynuna zıplar, yüzüne sürünürdü. Avını geride bırakmamayı daha sonra öğrenecekti. Sispa ise hızını kullanmayı öğrenmişti. Amur kadar güçlü olmasa da çok atikti. Aniden olduğu yerden ok gibi fırlayıp koşmaya başlıyor, çok çabuk hızlanıyordu. Avı daha ne olduğunu anlayamadan avının dibinde bitiveriyor, avının şaşkınlığından ve korkusundan yararlanıyordu. Avı korkmaya zaman bulamadan dehşete kapılıyordu. İlk dehşet anının ardından, avı da av olmaklığından, av doğmaklığından gelen dürtülerine uyarak kaçmaya başlıyordu. O ilk duraklama Sispa’nın lehineydi. Av ne kadar deneyimli olursa olsun kendisine hızla yaklaşmakta olan o devasa lekenin kendisini biraz sonra gövdesi altına alacağını ilk fark etme anı, avın tüm sinirlerini önce felce uğratıyordu. O felçten kurtulup koşmaya başlaması, dürtülerinin ne kadar deneyimle pişmiş olmasına bağlıydı. Sispa’nın avın yanında bitiverdiğini gören ve kardeşini sürekli izleyen Amur koşmayı hızlandırıyor, av eğer büyükçe ise son darbe için Sispa’ya yardım ediyordu. Daha sonraları anneleri ilk müdahaleyi yapmaz olmuş, giderek ayrı ayrı avlanmalarını sağlamıştı. Ses çıkarmadan koşmayı Amur Sispa’dan öğrenmişti.

Hamlesini yapacağı yeri bulana kadar kendisini fark ettirmeden Amur dört defa yer değiştirdi. Tüm açık alan artık hakimiyeti altındaydı, muhtemel avlarının hareketlerini izlemiş, hamlesini yaptığında ne yöne nasıl kaçacaklarını, kendisine hangi yetişkinlerin karşı koyabileceğini kestirebilir hale gelmişti. Şu anda tüm olasılıkların kesişimlerinin en verimli olduğu noktada durduğunu burnunun sızlayıp bıyıklarının titremesinden anlıyordu.


Amur kendisine en yakın değil ama düzlüğün sağında, kenara doğru diğerlerinden ayrı duran avına odaklandığında, nereden hamlesine başlayacağını, ve koşmaya başladığında kendisini fark eden diğer hayvanların hangi yönlere dağılacaklarını biliyordu. Alan şimdi onundu ve koordinatların merkezine doğru sürünerek ilerledi. Tüm açıların merkezine, şu an sahip olduğu manevra kabiliyetini kaybetmeden bir an önce ulaşmalıydı. Avına yaklaştığında bir süre durdu, toprakla bir olmuştu, gözlerini avından ayırmıyor ama görüş alanındaki diğer hayvanların hareketlerini de izlemekten geri durmuyordu. Kuyruğu sertleşti, kuyruğundan belkemiğine, omurgasından burnunun ucuna tüm sinirleri uyarıldı. Gövdesini aniden kaldırıp ön ayakları üzerinde zıpladığında bedeninin tüm ağırlığıyla öne abanıp sıçradı, arka ayaklarıyla kendini ileri attı. Ön ayakları yere tekrar kavuştuğunda tüm bedeni esnemişti ve giderek hızlandı, hızlandıkça ayakları yerde daha kısa kalıyor, toprağa dokunmasıyla ileri atılması bir oluyordu. Giderek başını daha da kaldırdı ve henüz kendisini fark edememiş hayvanların arasına dalarak hedefine doğru Sispa kadar yumuşak adımlarla, giderek hızlanarak koştu. Rüzgardan bıyıkları yüzüne yapışıyor, kulakları uğulduyordu. Avına on adım kala avı Amur’la gözgöze geldi, dönüşün olmadığı an. Amur’un artık hedef değiştiremeyeceği, avını ele geçirene kadar peşinden koşacağını bildiği an. Bir saniyelik bir duraklamadan sonra avı tüm bedeniyle yerinde sıçrayıp önce sola doğru koşmaya başladı. Etrafındaki tüm türdeşleri Amur’un kendisiyle sürüklediği merkezden hızla uzaklaşıyordu. Amur avının yolunu kesebilmek için sola doğru yöneldi, hayvan ilerde yollarının kesişeceğini bildiğinden hafifçe yana dönüp düzlüğün bu defa sağına doğru koşmaya başladı. Amur da yön değiştirip, düzlükten çıkmadan avını nehir kıyısında sıkıştırabilecekti. Amur, deneyimsiz ve titrek avına yaklaştıkça başını iyice kaldırdı, gövdesini dikleştirdi, bıyıkları şimdi öne çevrildi, avının kokusu genzini doldurdu. Yerden yükseldi ve avının cılız bedeni üzerine çullandı. Çenesini ensesine geçirdiğinde avı artık Amur’a karşı koyacak güce sahip değildi, gözleri yuvalarından fırlamış, etrafa yardım ararcasına bakınıyordu. Amur avını yere düşürdüğünde yine arkadan avının gırtlağına uzandı ve nefesi kesilinceye kadar çenesini gevşetmedi. Avının ince boynu cansız yere düştüğünde kafasını kaldırıp etrafa bakındı. Yeryüzü eski haline dönmüştü, hamlesi tamamlandığında açılara ve koordinatlara gereksinimi kalmamıştı. Avını gövdesine indireceği sakin bir yere avını taşıyacaktı şimdi.

Sazlıkların diğer yanında dağdan inen nehrin suları taşları usanmaksızın döverek Amur’un hayatı boyunca görmeyeceği günlerce uzaklıktaki denize doğru akıyordu.