Cambaz, cambaz olmadan bir zaman önce bir gün evinin tavanarasında bir kutu bulmuş. Kocaman tahta bir kutu. Kutunun üstündekileri kaldırınca bunun bir tabut olduğunu fark etmiş ve açıp içine bakmaya korksa da en sonunda merakına dayanamayıp kapağını kaldırınca tanımadığı bir cesetle karşılaşmış. Zaten cesedin tanınacak bir tarafı kalmamışmış. Henüz cambaz olmayan cambazın bütün saçları dimdik kesilmiş. Bu tabutun orda nasıl unutulduğuna hem çok şaşırmış hem de unutanlara çok kızmış. Koşturarak cenazeyi kaldırmak için işe girişmiş ve cesedi hemen o gün en yakın mezarlığa gömmüş.
Selvi ağaçlarının yanısıra evine doğru geri dönerken yerde olağandışı renkte mavi bir taş bulmuş. Eğilip eline aldığında bunun gerçekten mavi bir taş olduğuna görmüş. Mavi olmakla birlikte taş sert ve soğukmuş. Taşı neden yanında eve getirdiğini bilemese de cebinden çıkarıp masasının üzerine koymuş. Pencereden giren ışıkta taş daha da bir mavi parlıyormuş.
Aradan günler sonra, henüz cambaz olduğunu bilmeyen cambaz, gecenin bir saatinde en sevdiği koltuğa gömülmüşken pencereden bir parlaklık geldiğini fark edip kafasını kaldırmış. Dışarıdaki solgun ayın ışığı masaya yansıyormuş. Masanın ucunda duran mavi taş pırıl pırıl ışıklar saçıyormuş, beyaz ince ışınlar. Mavi taş, bembeyaz ışık kesilmiş. Ayağa fırlayan geleceğin cambazı taşa yaklaşınca taşın odayı aydınlattığını fark etmiş. Taşa yaklaşınca taşta kendi aksini görür gibi olmuş ve sonra elini uzattığında eli bir an saydamlaşmış. Elini taşa dokundurduğundaysa şaşkınlıktan neredeyse çığlık atacakmış. Beyaz ışıklar saçan taş dokunduğu anda birden renk değiştirmeye başlamış. Renkler birbiri içine akarak hareketli bir ebemkuşağı gibi dönüyormuş. Ve renkleri izlemeye çalışırken birden taşın sıcak ve pürüzsüz olduğunu ayrımsamış. Hâlâ eli üzerindeyken taş canlı bir nesne gibi atıyormuş. Taşın sıcaklığının kendisinden mi taşın içinden mi geldiğini anlayamamış. İçinde artan sıcaklığın, artık taş diyemediği o nesneden mi geldiğini anlayamamış.
Ertesi gün olduğunda mezarlık yolunda bulduğu ve eve getirdiği bu şeyin ne olduğunu anlamak için kütüphaneye gitmiş. Önce resimli taş kitaplarını karıştırmış, böyle cebindeki gibi mavi bir taş arıyormuş kitaplarda. Bir hafta boyunca her gün kütüphanelerdeki tüm taş ve kaya kitaplarına baktığı halde ne mavi bir taşa, ne de ayışığında parlayan başka bir taşa rastlamış. Şehir kütüphanesi onu hayalkırıklığına uğratmış. Kapıdan çıkarken duraksamış, belki de yanlış şeyi aradığı gelmiş aklına. Bütün bilim kitapları soğuk taş resimleriyle doluymuş oysa belki de onun elindeki taştan başka bir şeymiş. Şimdi cebinde avucunun içinde duran şey belli ki sihirli bir şey, bilinmeyen, kitaplara girmeyen, adı olmayan bir şeymiş. Bu bilinmeyeni çözmek için sihirden anlayanlara danışmaya ve hatta belki de taşı onlara göstermeye karar vermiş. Günler haftalar boyunca şehirde dolaştığı her gizemci elindekine bakıp bunun mavi bir taş olduğunu söylemiş. Mavi sıradan bir taş! Bunu duymaktan o kadar sıkılmış ki artık en son başvurduğu kişiden ayrılırken sinirden gülmeye başlamış. Sokakta yürürken kahkahaları giderek yükselmiş, yükselmiş, herkes dönüp ona baktığı halde belki de çoktan cambaz olan cambaz katılmaya, katılmaya ve ardından bağıra bağıra ağlamaya başlamış. Sonunda hüngür hüngür ağlarken dayanamayıp bir bahçe duvarının üzerinde oturmuş. Gözlerinden artık yaş gelmeyinceye kadar, başı önünde öylece durmuş. Sonra uzun bir süre ayakkabılarını seyretmiş, sanki ayakları başka bir insanınmış ve bu ayakkabıları da ilk defa görüyormuş gibi. Ayağa dikildiğinde uzaktan bir def sesi geldiğini sanmış. Yaşamı boyunca hiç duymadığı bir dürtüyle sesi izlemekten başka yapacak bir şeyi kalmamış gibi hissetmiş. Dar arka sokaklarda yürüdüğü süre boyunca def sesine zil sesi, çınlayan sesler, arada uzaktan bir borazanın melodileri katılmış. Bu ne türden bir cümbüş olabilir ki? Hele de şehir ortasında? Yokuştan açıklığa indiğinde, meydanın ortasına koskocaman bir çadır kurulmuş olduğunu görmüş. Çadırın yanına geldiğinde bütün o tuhaf çalgıları çalan, birbirinin çıkardıkları sesleri pek de umursamaz göründükleri halde aynı anda melodiye giren çalgıcılara denk gelmiş. Aralarında oturdukları yerden kalkamayacak kadar yaşlı adamlar ve aslında oyun mu oynadıkları hiçbir hallerinden anlaşılmayan çocuklar varmış. Hepsi bir başka yöne bakıyor, her biri sanki kendi çalgılarını öylesine deniyor gözüküyormuş. Ama işte çıkardıkları sesler tek bir müzik halinde şehre yayılıyormuş.
İçinde giderek büyüyen bir merak, artan bir ateşle sarsılan cambaz, çalgıcıları izlemeyi bırakıp çadırın içine doğru yürümüş. Çadır ortasında tramplenciler çalışmalarını henüz bitirmiş, biraz kırık yüzlerle barakalarına dönüyor, kenarda köpek terbiyesiciyle maymun terbiyecisi laklak ediyor, bir filin sırtında elleri üzerinde baş aşağı duran çocuk bir yandan şarkı söylerken, ortadaki çemberde de midillisi üzerinde sarışın bir genç kız hareketlerini çalışıyormuş. Birazdan gerçekle yüzleşecek olan cambaz, çadırın içlerine doğru ilerlerken yaşlı bir kadın iniltisi duymuş. Sese doğru döndüğünde, sırtı kambur, çenesi sakallı, tahta bir iskemlede yamru oturan, yüzü kırış kırış bir kadının, kolunu bir dal gibi kendisine uzattığını görmüş. Kadının yanına yaklaşıp da karşısında durduğu halde yaşlı kadın hala kolunu uzatmış bir halde ona bakıyormuş. O da kadına bakmış, şaşkın ve anlamaz bir halde. Neden sonra elini cebinden çıkarıp avucundakini kadına uzatıp kadının kavruk parmakları arasına bırakmış. Kadın gözlerini gözlerinden hiç ayırmadan iki eliyle kavradığı şeyi kendine doğru çekip kısık ve çatlak bir sesle:
“Neyi aradığını bilmiyorsun ama buldun işte. Bu senin yolda bulduğun ve taş sandığın şey, senin dış ateşindir. Olur da senin gibi şanslı olanlarımız, bu yaşamda bunu buldularsa, buraya gelirler. Çünkü, zamanla sen de anlayacaksın, ne zaman ki iç ateş dış ateşle birleşse, insan değişir. Ve insan değişince yola koyulur, çoğu ahmak yola koyulunca değişeceğini sanır. Şimdi git ve ilerde soldan ikinci kapıdan içeri gir, orda gözüne çarpan ilk kostümü giy. Ama dikkat et! İlk hangisi gözüne çarparsa onu giy de gel. Gel de görelim hepimiz seni.”
İşte bu okuduğunuz, şimdi ipin üzerinde izlemekte olduğunuz, yüzü gergin, gözleri dalgın, sessiz ve düşünceli cambazın hikayesidir.