Bütün yağmur suyu denize gidiyormuş. Bazısı da yerin altına, yani toprağın altına gidiyormuş. Orda kayaların arasında birikiyor, bazen bir göle, bazen bir nehre karışıyormuş. Yağmur yağınca deniz yükselmiyormuş çünkü deniz kocaman, hem de su bulut oluyor. Sonra bulut yağmur olup yağıyor. Rüzgarlar bulutları uzaklara götürüyor, başka yerde yağıyorlar. Aslında yeryüzündeki bütün sular birbirine dokunuyormuş. Öyle dedi Yusuf Amca bugün. Parmaklar gibi yani. Hani bizim sınıftaki yerküre var ya. Ondaki okyanuslar, mavi renkli olanlar, hepsi birbirine dokunuyor, hem de görmediğimiz, toprağın altındaki sular bile. Bir de tabi gökyüzündeki bulutlar var ama kürede gökyüzü yok. Belki kürenin etrafına tülden bir torba geçirsek o zaman bulutları da koyabiliriz. Tüle pamuk yapıştırırız, öğretmenim izin vermez gerçi. Zaten küre çok küçük, ülkelerin adı bile okunmuyor.
Yusuf Amca suyun canlı olduğunu söyledi. “Yılan gibi mi?” diye sordum, “orman gibi” dedi. Yani içinde kuşlar, böcekler yokmuş ama başka bir sürü canlılar varmış. Hem de hareket ediyor. “Nefes alıyor mu peki?” diye sordum ben, o da dedi ki, alıyormuş ama bizim gibi değil, yani ciğerleri yok ama nefes alıyormuş. Böyle ahtapot gibi küreyi sarıyor her taraftan, her nefesinden bulutlar çıkıyor, o bulutlar dünyayı geziyor. Şimdi mesela kaldırımın kenarından akan su yarın bir tane bulut olacak. Bir bulut, iki bulut, bir sürü bulut. Yokuşu çıkarken her adımda yanımdan bir sürü bulut akıyor. Mesela bu taşların üstünden akan suya dokunsam, buluta dokunmuş gibi olur mu? Olmaz bence, çünkü musluktan da su akıyor, ona dokunuyorum hiç bulut gibi değil. Mesela deniz kenarına gitsek, denize elimi değdirsem, bütün denizlere dokunmuş olurum, burdan taa kutuplara kadar, hatta kutuplardaki buzları da, hatta okyanustaki balinalara bile dokunmuş olurum, ördeklere de, bir de penguenlere. Penguenlerin kanatları var ama uçamıyorlar. Yusuf Amca deniz kenarındaki parka götürecek haftaya, yağmur yağmazsa. O zaman denize dokunucam. Yusuf Amca’nın tohumlarını parka ekicez. Bahar yağmurları onları büyütecekmiş. Ne çiçekleri olduklarını bilmiyorum. Yusuf Amca’nın bir sürü tohumu var, tohum çekmecesi var, çekmecenin içinde boş kibrit kutularında saklıyor tohumları. Bir sürü kibrit kutusu var, bazılarını da kağıda sarmış, kağıdın üstüne not yazmış, adlarını yazmış, soyadı yok tabii, bir de nerden topladığını yazmış. Yusuf Amca bir sürü yer gezmiş, bulutlar gibi. Yaylalara gitmiş, bir sürü köy gezmiş, bir sürü orman tanıyor, bana adlarını söylüyor. İşte o ormandaki çiçekleri burda toprağa atıyoruz, evden çıkmadan çekmecesini açıp içinden kibrit kutusu seçiyor, sonra o tohumları cebine koyuyor. Mesela arka sokaktaki arsaya attık, bana da verdi ben de duvar kenarına ektim, çocuklar top oynarken ezmesinler diye. Bazen sarı çiçek tohumu, bazen mor. Mavi çiçek bile var. Bazısı çiçek açmıyormuş, sadece yaprak. O yüzden yağmur yağsın istiyorum, her sabah dua ediyorum, bugün yağmur yağsın, tohumlar çabuk çiçek olsun. Ama çok fazla yağmur yağmasın yoksa sel olur, tohumlar denize akar. Denizde çiçek bitmez, çünkü denizde toprak yok.