This post is also available in English.
Ön not: Akademik yazında yeni kıymetini bildiğim bir tür var: kitap incelemesi. Araştırmacılar, kendi alanlarında, benzer konularda çalışan başka araştırmacıların genellikle yeni yayınlanmış bir kitabını inceledikleri, denemeye yakın bir yazı yazar ve bu yazı, alanla ilgili dergilerde veya derlemelerde basılır. Kısa, toparlayıcı bir yazı olur. Dümdüz bir özetten çok, asıl olarak kitabın kapsamını, o araştırma alanında konumlandırmayı hedefler. Alanımda, en azından göz atmam gerektiğini düşündüğüm kitapların incelemelerini arıyorum ve iyi yazıldıysa bu inceleme bana kitabın ana argümanını sunuyor ama ayrıca kitabın yeni ne söylediğini, benzer çalışmalardan farkını, yazarın kaynaklarını ve araştırma yöntemlerini, hangi kaygılarla bu çalışmayı yaptığını da sunabiliyor. Aşağıdaki yazı da böyle bir inceleme/hatırlatma yazısı olarak yola çıktı, sonra biraz uzadı.
Kristin Ross, Mayıs 68 ve Geride Kalanlar, Bilim ve Sosyalizm, 2007.
(İngilizce aslı: May ‘68 and Its Afterlives, University of Chicago Press, 2002.)
Kristin Ross’un kitabı, Fransa’nın 68’i ve 68 deneyiminin hatırası üzerine. Ulusal anmalar ve özellikle onyıl anmalarında basın ve medyada düzinelerce kitap, belgesel ve TV tartışma programı yapılmasına karşın (aslında, bu gevezelik sayesinde) 68 hakkında pek çok şeyin kaybolup silindiğini gösteriyor ve bu silinmenin de incelemesini yapıyor. Ross, 68 hatırasının dönüşümlerinin izinde, Fransa’nın ve genel olarak solun 68 sonrası dönüşümüne dair bir kitap yazmış. Ross için, geçmişle kurduğumuz ilişki, bugünle kurduğumuz ilişkiyi de belirlediği için, bu “kaybolma”, günümüzdeki işçi hareketlerinin ve toplumsal dinamiklerinin bazılarının neden “görünmediğine” dair bir işaret fişeği oluyor.
Ross, bugün anlatılagelen (Fransa’nın) Mayıs 68 anlatısını, 70’lerin ikinci yarısından itibaren, tövbe etmiş 68 kuşağı solcularının ve sosyologların yarattığını ileri sürüyor ve bu anlatının, Fransa 68’inin radikal, militan, emek mücadelesi odaklı, enternasyonalist ve hatta antifaşist kaynaklarını örttüğünü ve politik değil de “kültürel bir öğrenci hareketi” şeklinde etiketlediğini savunuyor. Ross’un bu kitabının çok değerli bir çalışma olduğunu düşünüyorum çünkü günümüzdeki hakim anlatıların nasıl meydana geldiğini ortaya seriyor ve yakın tarihe dair bile olsa bu anlatıları daima sorgulamamız gerektiği hatırlatıyor. Ayrıca, kitabın en çok beğendiğim ve yararlandığım yanlarından biri, bir yeniden okumanın nasıl mümkün olduğunu göstermekle birlikte, döneme dair malzemelerin ve kaynakların, sözcülerin ve uzmanların hakimiyetinden nasıl kurtarılacağını konusunda cesaret verici bir örnek olması. Toplumsal hareketler, devrimci deneyimlerin aktarımı, tarihyazımı, yakın dönemin düşünsel tarihi gibi konularla ve bu konuların kesişiminde tartışılagelen meselelerle ilgilenenler, bu kitaptan hem çok şey öğrenebilir, hem de araştırma ve yazma yöntemi açısından esinlenebilir.
Ara not: Kitabın Türkçesine henüz bakamadım. Dolayısıyla çevirisinin nasıl olduğunu bilmiyorum. Kitabın arka kapak yazısı bence kitabın kapsamını iyi tarif etmiyor, onu okuyup kitabı okumaktan vazgeçenler olmuşsa belki bu metin, kitabı okumalarına neden olur. Aşağıda parantez içindeki sayfa numaraları, kitabın İngilizce aslından.
Ross, Fransa’daki Mayıs 68 hatırasının, devlet katında resmi bir kutlamaya dönüşmesine yol açan hakim anlatı sayesinde bir Mayıs 68 hafıza-anma sektörü kurulduğunu savunuyor. 60’ların sonundan 80’lere bu dönüşümün Fransa’daki izlerini takip etmek, Hindiçini’den Kübaya, Macaristan ve Prag’a dünyanın yakın ve uzak yerlerinde olan bitenden, dünyayı algılama ve değiştirme yöntemlerinden etkilenen bir dönemden, yaşamı dönüştürmeye yönelik özgürleştirici dünyayı-algılayış-biçimlerinin bir yönteme dönüştürülüp çerçevelendiği, kaide üstünde sunulduğu ve paketlenip satıldığı 80 sonrası neoliberal döneme geçişte rol almış aydınların dolaşıma soktuğu kalıpların işleyişini görmek, bugünün düşünsel çıkmazlarını ve hayalgücünü ketleyen kalıpları daha iyi kavramamıza yardım edebilir. Zaten Ross’un savunduğu türde araştırma ve geçmişle haşır neşir olma, bugüne dair derdi varsa anlamlı.1
Ne de olsa, yazarın Fransa içersinden anlattığı dönüşümün sonuçlarıyla yaşıyoruz bugün. 70’lerin ortalarından itibaren Fransa’da, 68 deneyiminin radikalliğini reddeden, küçümseyen, çerçeveleyen ve indirgeyen bir söylemler silsilesini yaratanlar, aynı zamanda Fransa’nın entelektüel ve düşünsel dönüşümünde etkisi olan isimler. Örneğin, çoğunun Fransa dışında adları pek bilinmese de, yazdıkları Fransa’da geniş kesimler tarafından okunmasa da, bugün geçmişi nasıl anacağımız ve ilişkilendireceğimiz üzerine Fransa’daki söylemleri ve akımları şekillendirmede etkin olmuş Yeni Filozoflar diye anılan grubun, tarih disiplininde Annales ekolünden yetişmekle birlikte zihniyetler tarihine ağırlık veren Yeni Tarihçilerin, en azından Fransa’daki bugünki düşünsel ikliminin kurulmasında, tarihsel materyalist çözümlemelerin gözden düşürülmesinde ve toplumsal tahayyülün ulus-devlet-etnisite eksenine kapanmasında payları büyük.
Kristin Ross, bir yandan 80’lerden itibaren kemikleşen (karşı-devrimci) Mayıs 68 anlatısının Fransa’da nasıl kurulduğunu ve bu anlatının baş aktörlerinin söylemlerini inceliyor, bir yandan da Mayıs 68’i, kendilerini bir neslin temsilcisi ilan edip onlar adına “yanlış”larından dolayı özür dileyen sözde aydınların hakimiyetinden kurtarmak için kullanabileceğimiz (araştırmacı açısından bakıldığında “kullanmamız gereken”) deneyimleri ve kaynakları ortaya çıkarıyor.
Kitabın hedefindeki eski solcular, sonranın medyada köşe tutanları, basın ve medya organlarında sık sık boy gösterdikleri için, Mayıs 68 hatırasının bu sonraki halleri üzerine yazarın bu söylemi aktarmada yararlandığı kaynaklar, bu aktörlerin gazete ve televizyon kanallarındaki söyleşileri, dergi yazıları ve yayınladıkları anı kitapları. Bugün yaygın olan bu baskın 68 anlatısının kanlı canlı kısa bir özetini görmek için, 68’in ellinci yılı arifesinde Fransız devlet kanalı France 24’te, konuklarla yapılan bir programın girişinde sunucunun yaptığı kısa (İngilizce) sunuş izlenebilir:
Bu sunuşta Mayıs 68’i “toplumsal baskılara karşı özgür yaşam” talep eden bir “öğrenci hareketi” şeklinde tarif ederken kullanılan ezber kalıpların neredeyse her biri, programın ilerleyen dakikalarında konuklardan biri ya da diğeri tarafından reddediliyor. Ama yine de bu formül, her yıl egemen basında ve ezberci aydınların çözümlemelerinde tekrarlanmaya devam ediyor.
Kitabın tek odak noktası bu baskın anlatıyı yapısöküme uğratmak olsaydı, epey tekdüze ve kuru bir çalışma ortaya çıkardı. Ross, akademik yazındaki değil, popüler olarak dolaşımdaki anlatıyı hedef alıyor ve bahsedilen sosyologların Mayıs 68 okumalarına asgari ölçüde yer veriyor. (Kitaptaki iddialardan biri, Fransız 68’inin tarihçiler tarafından değil, sosyologlar tarafından araştırılıp yazılmış ve kuramlaştırılmış olduğu). Bir başka deyişle, kitabın amacı, TV aydınlarının ve sosyologların Fransa 68 Mayıs’ını nasıl yorumladıklarını ortaya serip bu okumaya argümanlarla karşı çıkmak değil. Onun yerine Ross, döneme dair kaynakları kullanarak, o dönemi yaşamış, ünlü olmamış, hatta kimi zaman ismi bilinmeyen insanların ağzından, durdukları yerden, kimi zaman onyıllar sonraki hisleri ve değerlendirmeleriyle bize Mayıs 68’i gösteriyor. O eylemcilerin radikalleşme hikayesini anlatmak için de okura daha geniş bir tarihsel ve coğrafi çeper çiziyor.
Bu açıdan kitapta yazarın amacı, hakiki bir Mayıs 68 anlatısı, bir alternatif anlatı kurmak değil. Yazar, yaşananları, yaşanmışlıkları, ihanetten kurtarmayı amaçlıyor ama yaptığı şeyi “kurmak” olarak tanımlamak yanlış olur. Onun yerine, Fransa’da Mayıs 68’i mümkün kılan etkileri ve radikalleşmeyi, mümkün olanın nasıl birden genişlediğini, daha önce olmamış karşılaşmaların, bir araya gelmelerin mümkün olma hallerini, toplumsal izolasyona ve tanımlanmış rollere ve işlevlere isyanın, bu isyana katılanlarda yarattığı ciddiyet ve haz sarmalını yüzeye çıkarıyor veya “ortaya seriyor” demek daha doğru olur. Bu anlamda Ross, uzmanlara karşı bir uzman sesiyle yazmıyor, bir karşı anlatı yaratmıyor. Bunun yerine, uzmanların sesine bir uzman sesiyle karşılık vermektense, Mayıs 68’i farklı konumlarda yaşamışların deneyimlerinin, o sıradaki ve sonraki değerlendirmelerinin, sokakta, barikatta, atölyede, teksir makinasının başında olanların sesini yükseltiyor. Yani Fransa’nın Mayıs 68’inin antiemperyalist, antifaşist kaynaklarını ve Mayıs 68’in etrafındaki radikalleşmeyi aktarıyor. Bu radikalleşmeyi aktarırken de çerçeveyi zamansal ve mekansal olarak genişletiyor. Böylece Mayıs 68 hatırasının, mekan olarak Paris’e, Paris’te de öğrenci işgalinin olduğu Sorbonne Üniversite’sinin bulunduğu Latin mahallesine sıkıştırılmasına, zamansal olarak da Mayıs ayına (Nanterre Üniversitesi’nin eğitime kapatıldığı 2 Mayıs ile Cumhurbaşkanı de Gaulle’un, Paris’in dışında ordunun hazır olduğunu, istifa etmeyeceğini ve seçimlere gideceğini ilan etmesi üzerine 800 bin kişinin de Gaulle’u desteklemek üzere Şanzelize’de üç renk bayraklarla yürüdüğü 30 Mayıs arasındaki bir döneme), konu olarak da sadece öğrencilerin “eylemlerine” daraltılmasına karşı çıkıyor. Ross’un çerçevesinde zamansal çerçeve hem geçmişe, yani 1968’in Mayıs’ından öncesine, hem de sonrasına genişliyor. Mekan olarak da bariyerlerin ötesine, grevlere ve fabrika işgallerine, on yıl süren köylü direnişine sahne olan Larzac bölgesine uzanıyor.
Böylece birbirinden bağımsız tarihsel epizotlar, farklı coğrafyalar ve farklı gruplara ait dertler olarak görülenler, ilk olarak kişilerin deneyimleri ve algıları üzerinden, ikincisi de mücadelelerin kavranışını ve yöntemleri, ve mücadeleyi anlatmakta kullanılan söz dağarcığı açısından birbirlerine eklemlenerek bugüne geliyorlar. Ross’un yazdığı böylesi bir olası tarih, Fransa’daki 1995 grevine, 2005 isyanlarına, ve iki senedir süren Sarı Yelekliler hareketiyle ilişkilendirilebilecek bir tarih. Böylesi bir tarihyazımı, deneyimleri kalıplar ve formüllere indirgemeyen, geçmişten bugüne benzerliklerle farklılıların, değişenlerle süregelenlerin izlerini birlikte bir arada sürmemize imkan veren bir tarihe götürüyor.
Tarih böyle yazılmadığında ya da anlatılmadığında, Ross’un da gösterdiği gibi, o anlatıdan Cezayir de düşüyor, 60’ların başında yükselen antifaşist hareket de bilinmez kılınıyor, o güne kadar gelmiş geçmiş Fransa’daki en geniş katılımlı, yaklaşık 9 milyon kişinin katıldığı genel grev de, üniversite işgallerinden koparılmış ve hiç bahsedilmez oluyor. Ross, o gününün yazılarından, sonraki versiyonuyla Mayıs 68 anlatısının, aslında bir ihanet anlatısı olduğunu, dönek eski solcuların 68 deneyiminden kendilerine ekranlar önünde bir kariyer yaratıp, 70 sonlarından itibaren neoliberal dalgaya kendilerini eklemlediklerini ve muhafazakar söylemin, 68 deneyimin antimilitarist ve antiemperyalist kaynaklarını tasfiye edip gözden kaybetmesine aracı olduklarını gösteriyor.
kaynaklar
Uzmanların ve eski solcuların elinden kurtararak, dönemin militanlarının dilinden Mayıs 68 tarihini yazarken Ross, çok zengin çeşitlilikte kaynağa başvuruyor. En başta, her ikisi de tarihçi olan Alain Schnapp ve Pierre Vidal-Naquet’nin 1969 yılında kitap olarak yayınladıkları, teksir bildiri, broşür gibi yazılardan 362 metnin yer aldığı derlemeden yararlanıyor. (Journal de la commune étudiante – Textes et documents. Novembre 1967 – Juin 1968). Bunun dışında belgesel çekim kayıtları, ufak yayınlar, teksirde çoğaltılmış ilanlar ve yazılar, ömrü kısa sürmüş dergilerden ve etnografik araştırmalardan yararlanıyor. Bu kaynakları birincil kaynaklar olarak değerlendirip, daha sonra 68 üzerine yazılan yorum yazılarından ve değerlendirmelerden daha fazla ağırlık veriyor. Yazarın kullandığı ilginç bir tür kaynak ise, 60’larda radikal sol gruplarda aktif olmuş kişilerin polisiye türde yazdığı romanlar. Tanıklıklar olarak yazılan anı kitaplarına ek olarak, militanların bir tür olarak polisiye seçmiş olması oldukça ilginç. Bu polisiye romanlardaki karakterler, bir kurmaca içerisinde olaylara tanıklıklarını aktarıyorlar, kimi zaman da geçmişle kurdukları ilişkinin duygu tonunu yansıtıyorlar.
Roman dışında polisiye türü, 68 söz konusu olduğunda sinemada da karşımıza çıkıyor. Bildiri, anı, polisiye roman, medyada söyleşi ve tartışma programları dışında Ross, bu deneme türü belgesel filmi, 68’in sonraki halleri üzerine bir kaynak olarak kullanıyor. Hervé Le Roux, 1997’de gösterime giren 3 saatlik belgesel filmi Reprise’de, 1968’de iki genç sinema öğrencisinin çekmiş olduğu 9 dakikalık, hükümet ile sendikalar arasında genel grevi bitiren Grenelle anlaşmasından hemen sonra, Paris’in bir banliyösünde, Wonder fabrikasında işe geri dönüşü çektikleri filmi çıkış noktası ve geri dönüş noktası yapıyor (La Reprise du travail aux usines Wonder, yön. Pierre Bonneau & Jacques Willemont, 1968). 68 yılından bu kısa tanıklıkta, sendika temsilcilerinin ısrarlı telkinlerine rağmen işe geri dönmek istemeyen, kazanımları yetersiz bulan bir kadının isyanı kaydedilmiş. Hervé Le Roux, neredeyse otuz yıl sonra bu kadının izini sürmeye başlıyor ve bunu bir dedektif türü kalıplarıyla yaparken, 68 yılında o fabrikada ya da semte çalışmış olanlara, orada yaşayan işçilere ulaşıyor ve onlarla bu grevi, grevin sona ermesinden sonra işe geri dönüşü soruyor. Böylece belgesel, kadının peşindeki yönetmen basmakalıbını bir mazeret olarak kullanarak işçilerin gündelik hayatlarına giriyor.
La Reprise du travail aux usines Wonder, yön. Pierre Bonneau & Jacques Willemont, 1968
İngilizce altyazı
Böylelikle, Ross’un elinde, 68’in deneyimi üzerine kurmaca olan film ve roman gibi eserler, ana akım medyaya çıkmayan militanların sonradan yazdıkları biyografik kitaplar, sözlü tarih çalışmaları, derlemeler, Fransız 68’inin ekranlarda uzmanlar ağzından aktarılan hatırasının karşısına çıkıyor.
Kristin Ross, Fransa’da 68’in çerçevesini genişletir, 68’i besleyen damarlara bakarken, 68’in etkilerine ve açtığı alana da bakıyor. Ross’un ayrıntılı incelediği bir başka kaynak, 68’den sonra çıkarılmaya başlayan 3 tarih dergisi; bu dergilerin izlediği araştırma yöntemleri, ağırlık verdikleri konular, kısaca yayın politikaları ve bu dergilerde gerçekleşen müşterek araştırma deneyimleri (117 ve devamı). 60’ların sonunda Fransa’da üniversitede işçi tarihini araştıran çalışmalar ve yayıncı François Maspero’nun “Halkların Eylemleri ve Hatıraları” başlıklı kitap dizisi, tarih alanında yeni kulvarlar yaratırken, Ross’un incelediği bu üç dergi, akademinin dışında veya kenarında, pratikten yola çıkan ve kolektif çabayla, ortak araştırma deneyimi olarak 68’in politik olaylarıyla doğrudan ilişkili. Le Peuple Français, Les Cahiers du Forum-Histoire, ve Les Révoltes Logiques, farklılıklarına rağmen, “belli bir akademik elitizm, bireysel araştırma, ve siyasi kurumsal tarih geleneğinden kopma girişimi” (117). Ross, bu tarih yazımı deneyimlerini, Aşağıdan Tarih veya yerel tarihyazımı girişimleriyle ilişkileri açısından incelememekle birlikte, 68’i besleyen radikalizmin nasıl yeni araştırma ve yayıncılık deneylerine yol açtığını gösteriyor. Bu deneylerin ulaştığı en uç noktada, tıpkı 68’de toplumsal duvarları yıkma çabasında olduğu gibi, tarihçi ile tarihin öznesinin arasındaki ayrımı yıkmaya çabalıyor. Bunu hedefleyen Forum-Histoire grubu, sadece uzmanlaşmak için geçmişe bakan tarihçinin, geçmiş ile bugün arasında radikal bir ayrım olduğunu varsaydığını öne sürüyor (120). Dolayısıyla bu gruba göre asıl soru, tarihin nasıl yazılacağı değil, hangi gelecek için hangi geçmişin yazılacağıydı. (Çünkü ne de olsa tarih, daima tekrar yazılmak zorunda değil mi?).
68’in ardından Fransa’daki akademi dışındaki tarih dergiciliği deneyimini Ross, tarih disiplini içersindeki tarihyazımı tartışmalarına binaen değil, 68’i besleyen etkilerin, örneğin Maoculuğun Fransa’daki izlerini, Maoist “halka gitme” pratiklerden, aydınların fabrikalarda işe girip çalışarak örgütlenmesine (établissement) (95), fabrikada yerleşik militanlardan mahalle, okul ve fabrikalardaki eylem komitelerine (comités d’action), okul ve fabrika işgallerine, Larzac bölgesindeki köylü direnişine ve burada yerleşen militanlara (121) bağlayan ilmekleri göstererek inceliyor. Böylece Fransa’daki 68 deneyimi, mücadeleler silsilesinde, bir akışın içerisinde kendine özgü tınısıyla şekil alıyor. Bu tarih araştırmacılığı ve yayıncılığı deneyimini de, 68’in etrafındaki militan pratiklerle ve fikirlerle ilişkisiyle sergileniyor. Aralarındaki farklarıyla birlikte bu kolektiflerin kendilerine koydukları hedefler, başarısızlıklarına dair değerlendirmeler, Mayıs 68 ve Geride Kalanlar’ın en ilginç kısımlarından biri.
bilinmemesi gerekenler, perde hatıralar
Ross, yakın tarih yazımında, basılı sözün ötesinde sloganlara, hatta rejim taraftarlarının sloganlarının temposuna kadar farklı ortamda bulunan kaynaklara ulaşıyor, Paris polis gücünün tarihçesinden, 1958 askeri darbesine, Paris’in ortasında gerçekleşmiş olan ve geniş toplumun gözünden ve bilgisinden kaçırılmış olan, yaklaşık otuz bin Cezayirli’nin yürüyüşüne polisin saldırması sonucu iki yüz kişinin öldüğü tahmin edilen 17 Ekim 1961 Sen Nehri Katliamı’na, Fransa 68 Mayısı’nın geniş çeperini oluşturan pek çok tarihçeyi, 68’de aktif olanların gözünden aktarıyor. O dönemde yetişen beyaz Fransızların yaşamında, radikalleşmelerinde bir dönüm noktası olarak andıkları olaylardan biri değil. Bu Sen Nehri katliamı, Fransa’nın kara deliklerinden biri, ama deniz aşırı kolonilerde olanların sadece ufak bir yankısı. Bu defa Paris’te olması ve buna rağmen güvenlik güçlerinin ve hükümetin yalanlarının “etkili” olması, hem basının ne kadar devlet güdümünde olduğunu hem de bağımsız basının sansür karşısında ne kadar yetersiz olduğunu hatırlatıyor.
Aslında kitaptaki 68 öncesi olaylardan sadece birisi olmasına rağmen, bu olayın yakın zamana kadar karanlıkta bırakılmış olmasının etkisi, kuyuya bağrılan mesaj gibi zihnimde yankılanıp büyümeyi sürdürdü. Fransa’da adına ancak 90’larda “savaş” denecek olan Cezayir Savaşı sürerken, Fransız vatandaşı olan ve Fransız kimliği taşıyan, Paris emniyet müdürü Papon’un deyişiyle “Cezayirli Müslüman işçilere”, “Fransız müslümanlarına,” ve “Cezayirli olan Fransız müslümanlara” akşam 8:30 ile sabah 5:30 arasında sokağa çıkma yasağı getirilmesi üzerine Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) çağrısına uyarak 30-40 bin Cezayirli kadınlar ve çocuklarla bir yürüyüş yapıyor (43 ve devamı). Polis kalabalığa saldırıp bir çok yerde insanları kıstırıyor ve copluyor, bu eylemin ardından günlerce nehirden ceset çıkarılıyor. Yaklaşık altı bin kişi o gün, şehrin farklı yerlerinde gözaltılar için tahsis edilmiş spor stadyumlarına götürülüyor. Stadyumların girişindeki “karşılama komitesi”nin arasından içeriye sokulanların bazıları içeride aldıkları yaralardan hayatını kaybediyor. 1961 yılında Paris’in ortasında ve pek çok semtinde süren güvenlik güçlerinin “şiddet olayları” sonucunda 200’den fazla kişinin polis tarafından öldürüldüğü tahmin ediliyor. Katliam sonrasında tam bir basın karatması yapılıyor ve polisin, Cezayirlilerin ateşine karşılık verdiği, toplam iki kişinin öldüğü haberleri yapılıyor. Bu rakam ertesi gün “3” diye düzeltiliyor.
61 Sen Nehri Katliamı, unutulmuş veya bastırılmış değil, bilinmez kılınmış, üzeri örtülmüş bir kara delik. Ross da, 68’de aktif olan militanların çocukluklarında ve ilk politik uyanışlarında Cezayirliler ve onların mücadeleleri arkaplanda olmasına rağmen bu olaya neredeyse hiç gönderme yapılmamasına, yapıldığı zaman da ayrıntısız ve belirsiz bir şekilde yapılmasına, buna karşılık 8 Şubat 1962 günü Charonne metro istasyonundaki katliamın yaygın bir şekilde anılması arasındaki tezata dikkat çekiyor. Olayın geçtiği metro istasyonu adı Charonne ile anılan bu öteki olay, Cezayir’de Fransa’yı destekleyen ve silahlı saldırı eylemleri yapan Ordu Gizli Örgütü OAS’ye (Organisation de l’armée secrète) karşı sol partilerin ve sendikaların düzenlediği toplu gösteride sırasında polisin göstericileri Charonne metro istasyonunun içine kıstırması ve merdivenden aşağıya üstlerine ağaçların etrafında ve metro menfezlerinde kullanılan demir levhaları fırlatması sonucunda pek çok kişinin yaralandığı ve dokuz kişinin aldıkları yaralar sonucunda öldüğü katliamdır. Aralarında 16 yaşında bir gencin olduğu yaşamını yitirenlerin çoğu Fransız Komünist Partisi ve Genel Emek Konfederasyonu (CGT, Confédération Générale du Travail) üyesiydi. Beş gün sonra Charonne’de polisin öldürdükleri için yapılan cenazeye beş yüz binden fazla insan katılacaktı (42).
68’den geriye bakarak, ikisi de yakın zamanlarda olmuş, ikisi de doğrudan Cezayir’le ilişkili bu iki toplumsal olayın, politik bilinçlenmede ve radikalleşmedeki farklı etkilerini izleyerek ilkinin sadece çizgileri belirsiz imgelerle anılması, ikincisi ise anakıta Fransızlıların politik bilinçlenmesinde Cezayir sorununun Fransa anakıtasındaki göstergesi olarak algılanmasındaki bu zıtlığın olası geniş bir çözümlemesi bizi, örneğin Cezayir meselesinin anakıta Fransa’da politik hatları belirlemede hakim konu olduğuna, devlet güdümündeki basının toplumsal bilinçlenmede yapıcı ve baskıcı etkisine, emperyalist devletlerin ideolojik unsurlarının yakın zamanda ulus-devletlerde, örneğin vatandaşlık tanımları ve düzenlemelerinde sürdürüldüğüne götürebilir. Ross incelemesinde, politik bilinçlenmeye ve toplumsal geçmişin hatırasının sonraki hallerine öncelik veriyor ve “Fransa’ya dair” olarak algılanan bu ikinci olayın, birinci olayın bir tür perde hatırası (screen memory), yani birinci olayı bir perde gibi örten, onun yerine geçen bir ikinci hatıra gibi işlev gördüğüne işaret ediyor. Freud’un hafıza üzerine çalışmalarında ortaya attığı bir metafor olan perde hatıra, hatırlanması çok rahatsızlık veren bir hatıranın üstünün başka bir hatırayla örtülmesi ve böylelikle bir hatıranın başka bir hatırayla bilinçten gizlendiği durumlar için kullanılıyor. Burada böylesi bir psikolojik sonradan örtme yerine, daha ilk başta yetkililer ve basın eliyle bilinmekliği engelleme ve gizleme olduğu görüyoruz. İlkinin arda kalan imgesi “Sen Nehri üzerinde yüzen Cezayirli boğulmuş bedenler” iken, ve bu katliamda ölenlerin sayısı hala tam olarak bilinmezken, ikinci olayda ölenlerin bedenleri çıkarılmış, kimlikleri tespit edilmiş, adları anılmış ve öldükleri yetkililer tarafından onaylanmış. Dolayısıyla Freudcu psikanalizden yapılan bu alıntı, yerinde ve aydınlatıcı bir araç sunmuyor, zaten Ross da “neredeyse bir perde hatırası” diye başka disiplinden alınan bu kavramın burada yerli yerine oturmadığını belirtmiş oluyor.
Bu kitabın basılmasından sonra çekilmiş olan, 61 Sen Nehri Katliamın kurucu ve saklı bir unsur olarak kullanıldığı, Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin Saklı (Caché, 2005) adlı filmi, bu katliama belirsiz ve örtük atıflardan biri olarak sayılabilir. Film üzerine yaptığı söyleşilerden birinde, bu olayı filmin hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde Arte kanalındaki bir belgeselden öğrendiğini söyleyen yönetmen, bu olayı filmde işlediği kolektif suç temasının bir simgesi olarak kullanmadığını söylüyor.2 Haneke’nin diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmi de pek çok açıdan felsefi ve politik tartışmalar açabilir. Bu yazının kapsamı bağlamında, 61 Sen Nehri Katliamı’nın, tıpkı Ross’un bahsettiği diğer metinler gibi Haneke’nin filminde de, üstelik kurucu bir unsur olmasına rağmen anıştırılmakla kalındığını görüyoruz. Bu üstü örtülülük ve bilinmez kılınmış olması bu katliamı, Haneke’nin filmi için uygun bir tarihsel olay olmuş olmasına rağmen, seyirci açısından bu bilinmezlik ortadan kalkmıyor. Aksine, Ross’un tarif ettiği gibi, bu olayın tarihsel açıdan temsil edilemezliği bu filmde yeniden onaylanıyor.
68’in zengin hikayesi
Fransa emperyalizminin Cezayir’de ve Hindiçinin’deki savaşları, bir askeri darbeyle 1958’de yönetime geri getirilen “kurtarıcı” de Gaulle’un politikaları, Nazi işbirlikçisi Vichy yönetimi sonrasında tasfiye edilen kadroların paramiliter güçler olarak önce Fransa altıgeninin dışında, imparatorluk Fransa’sının denizötesi uzantılarında aktif olmaları, ardından işçi grevleri sonrasında Paris’te polis gücüne katılması gibi etkenler, 68’in zengin hikayesinin daha geniş çerçevesine giriyor. 1968’in öncesinde Fransa’daki militanların radikalleşmesinde emperyalizmin yakında ve uzakta yüzünü göstermesinin oynadığı rolün yanı sıra, önce Hindiçini ardından Vietnam ve Cezayir, Küba ve Çin gibi uzak köşelerde olanlar üzerine kitap yayınlayan, pek çok öğrencinin ve yolu Paris’e düşmüş olanların uğrak yeri olan yayıncı François Maspero’nun La Joie de Lire kitabevi (1956-75) ve Maspero’nun yayıncılığı da, Fransız 68’inin hikayesinin yapıtaşlarından biri oluyor (s. 82 ve devamı). Ross ayrıca, daha göz önünde olan Sartre ve Serge July ile 1973 yılında çıkarmaya başladıkları Libération gazetesini, gazetenin yayın çizgisinin ve editoryal tercihlerinin 70’lerin sonuna doğru geçirdiği dönüşümü, yukarıda bahsettiğim, Fransız entelektüel dünyasındaki dönüşümün en görünür aksı olarak inceleniyor.
Ross’un bir kabartma gibi kalkerinden temizleyip görünür kıldığı bu zengin Mayıs 68 hikayesi, ağırlıklı olarak Fransa’ya dair bir hikaye, Fransa’daki egemen söylemlerin kavgasına ve aydınların bu kavgada oynadıkları role dair bir hikaye. Aynı zamanda, ekranlara çıkmayanların deneyimlerinin böylesi bir olası tarihyazımı için kaynak olmasının ve 68 döneminde akademi dışındaki çalışmaların, militan araştırma geleneğini sürdürmede kullanılabileceğinin de çok güzel bir örneği. Bu açıdan, yani 68’in militan geçmişinde sözleri en çok duyulan aydınların değil de eyleyenlerin politik bilinçlenmesi ve eylemlerinde Ross’un incelediği iki izleğin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, bu hikayede Vietnam’ın, Cezayir’in ve Çin’in, yani ötekinin, yani Avrupa’nın ötesindeki, yani Fransa anakıtası dışında kalan ama yeni sömürgeciliğin yaşandığı yerlerdeki özgürlük mücadelelerinin Fransa’daki etkileri, hem teori hem pratikte algılanış/esinleniş biçimleri. Ross, bu etkilerin radikal hayalgücünde bir devrimin figürleri olarak yarattıkları dalgaları gösteriyor, öte yandan bu esinlenişin, söz konusu Kültür Devrimi olduğunda, Çin’de meydana gelenlerin veriye dayalı bilgisinden çok fantazmaya, yani hayali bir bağlantıya dayandığının (96), örneğin, hem Sovyetler Birliğini’nin hem de Çin’in desteklediği Vietnam ile Çin arasındaki ilişkilerin, Kültür Devrimi’nin başladığı Ağustos 1966 sonrasında değişmeye başlamasına rağmen Fransa’daki Maocuların, hem Çinlilerin hem de Vietnamlıların, “etle tırnak gibi olan iki halkın” dostu olarak kalmalarının mümkün olduğunun (98) altını çiziyor. Bu açıdan Ross, Kültür Devrimi’nin Avrupa’daki yankılarını hem söylemde, hem de militan eylemlerde izliyor. Vietnamlı savaşçı, Çin’de kırsal bölgelerde halk doktoru olarak yetiştirilen “yalın ayak doktor”, “göçmen işçi”, Fransa’da ve Avrupa’da radikal hayalgücünü tutuşturan figürler olmanın ötesinde, birbiriyle ilişkilenmenin ve eylemenin radikal biçimlerini de besleyen, örneğin uzmanlaşmış bilgiye karşı çıkış, halka gitme, kolektif üretim biçimleri gibi, radikal hareketlere kazandırılan yeni dalga bir eylem repertuarını da gösteriyor. Ross’a göre Kültür Devrimi, hem kapitalizme hem de Sovyet sosyalizminin temsil ettiği sosyalist modernleşmeye bir alternatif olarak kendisini gösteriyor (98). Dünya çevresindeki devrimci hareketlerden esinlenme ve etkilenme halleri açısından Fransa 68’i, okurun bu kitaptan yola çıkabileceği bir araştırma hattı olabilir.
Kitabın dağınık olduğu için pek fark edilmeyen ama yazarın kasten üzerinde durduğunu düşündüğüm ikinci izlek ise, militanların aktif oldukları dönem ve eylemlerine dair yakın zaman sonra veya yıllar geçtikten sonra yaptıkları özeleştirileri ve değerlendirmeler. Ekran ünlüsü eski Maocuların özürlerinden ve pişmanlık itirafnamelerinden çok farklı bir tona sahip olan bu değerlendirmeler, dönemin duygu yükünün tanıklıklarını da içeriyor ve bireylerin kendi yaşayışlarına ve dönemlerine dair hatırlama deneyimlerini örneklendiriyor. Bence Ross bu izlek sayesinde, 68’in hatırasının söylem düzeyindeki kavgasına karşılık, adları geniş kesimlerce bilinmeyenlerin bireysel hatırlama anlatılarını, tıpkı müzikteki kontrpuan gibi sunuyor. Bu hatırlama anlatılarında hatırlanan duygu yükü, 68 hatırasının sosyoloji literatüründeki incelemelerinde eksik olan, deneyimin arda kalanı, gerçek anlamı.
Fransa’daki 68 deneyiminde bu arda kalan anlam, bana göre, Fransa’nın devrimler tarihinde isimleşmiş “eşitlik” arzusunun çeşitli kavramlar ve eylemlerle talep edilmesiydi. Ross böylesi bir iddiada bulunmuyor, ama sunduğu bu zengin Mayıs 68 hikayesinden çıkarılabilecek şeylerden biri de, 68’i Fransız Devrimi’ne ve Paris Komünü’ne bağlayan belli belirsiz bağın “eşitlik” talebi olduğu ve bu ülkünün Fransa’da 1968’in Mayıs’ında, toplumsal grupları ayıran duvarları yıkma arzusuyla kendini gösterdiği. Halkların özgürlük mücadelelerinde bu talebin farklı söz dağarcıklarıyla ifade edildiğini ve günün siyasi koşullarına göre çeşitli eylem pratiklerinde kendisini gösterdiğini düşünüyorum. Diğer bir deyişle, eşitlik ülküsünün kapsamı ve hattının, Fransız Devrimi’yle belirlendiğini ve o tarihsel kesişimde tüketildiğini düşünmüyorum. Aksine, Ross’un sunduğu zengin anlatıdan çıkan beklenmedik bir hediye bu: eşitliğin farklı adları ve eşitliği talep eden zengin bir eylem çeşitliliği var, ve Mayıs 68’de bu mücadele tarihine “eşitlik talebi” ekseninde de bağlanıyor.
Son olarak, kitabın Mayıs 68 incelemesinde eksik kaldığını düşündüğüm şey, Fransa’da sınıfsal ve algısal duvarların yıkılmasına yönelik tüm girişimlerin sona ermesi ve tekrarlanmaması için devletin uyguladığı baskı ve cezalandırmanın oynadığı rol üzerinde yeterince durulmamış olması. Mayıs 68 hatırasının kurulmasında belli unsurların nasıl politik tercihler sonucu silindiğini, bu deneyimin tasfiyesinde özür dileyen veya inkar eden eski solcu aydınların oynadığı işlevi sergilerken Ross, belli bir Mayıs 68 anlatısı kurulmasındaki şiddetin baskı ve sansür kısmını, yapıcı bir unsur olarak işlemiyor. Hakim 68 anlatısında, öğrenciler sokaklara çıktı, duvarlara afişler astı, özgürlük talep ettiler ve sonra iş sahibi olup radikalliği bıraktılar. Bu anlatıdaki “olayların doğal akışı” varsayımı, Mayıs 68’in hemen ardından gelen yasakları ve baskıyı görmezden geliyor, yok sayıyor. Toplumsal mücadeleler tarihini, militan deneyimin doğal bir uzantısı olarak ve alttan bir tarih yazılımında, bu mücadeleleri kutlama ve savunma arzusuna bağladığım bir eksiklik bu. Bu açıdan Ross, Mayıs 68 kalkışmasının bastırılmasından daha çok Mayıs 68 tarihinin tasfiyesine yer veriyor. Bu da, Ross’un karşı çıktığı hakim anlatıda tekrarlanan, “Mayıs 68’de bir şey olmadı”, “Mayıs 68’de kimse ölmedi”, “Mayıs 68 bir şey değiştirmedi” iddialarını destekleyen, Mayıs 68’in kendiliğinden sönümlendiği izlenimini güçlendiriyor. Oysa, tıpkı diğer toplumsal kalkışmalar gibi Fransa’nın Mayıs 68’i de kendiliğinden sönümlenmedi, aksine bastırıldı. Ross’un izini sürdüğü, ifade alanının genişlemesinin imkanları hedef alınarak ketlendi ve mücrimleştirildi. Ross, elbette 30 Mayıs 1968’de atanan yeni İçişleri Bakanı Raymond Marcellin’in, Mayıs’ın 68’in ilk sosyoloğu olduğunu ve tüm hareketi belgeleriyle inceleyerek işe başladığını ve ardından yürürlüğe soktuğu baskı rejimini anlatıyor (61-4). Örneğin, tüm solcu örgütler yasadışı ilan edildikten günler sonra 15 Haziran 1968’de, mahkum olmuş yaklaşık 50 OAS suikastçı af ediliyor, böylece hapisten çıkıyor veya Fransa’ya dönüyorlar. Mayıs 1968’den sonra yıllar sürecek, yayıncılığa karşı, dergi ve afişlere, Mayıs 68’e dair filmlerin gösterilmesine yönelik bir baskı sürüyor, “polisi aşağılamak” hapis cezasıyla sonuçlanan bir suç haline getiriliyor. 15 Kasım 1969’da Vietnam Savaşı’na karşı düzenlenmek istenen gösteri yasaklanmasına rağmen bir araya toplanan 11 bin kişinin karşısına yönetim Paris’te 12 bin polisle çıkıyor. Ardından 1974’te 42 bin polis, Paris polis gücüne ekleniyor. Bu baskı dönemini bir özür veya açıklama olarak ele almama alışkanlığını anlayabiliyorum ama öte yandan toplumsal kalkışmalar karşısında devletin aldığı “güvenlik önlemleri” de bu hikayenin bir parçası ve özellikle görünmez kılınan bir parçası.
68 ve Geride Kalanlar, bir tarih kitabı değil. Yazar bu kitabında, yukarıda ayrıntılarıyla açıkladığım gibi, Fransa 68’inin gerçeğe dayalı bir temsilini yansıtmayı amaçlamamış. Onun yerine, bu dönemin hatıralaştırılmasını merkeze alıyor ve Mayıs 68 hatırasına dair bir anlatının, geçmişteki radikal deneyleri tasfiye ettiğini ileri sürüyor. Ross, kitapta kullandığı kaynaklar gibi bir kitap ortaya çıkarmış. Ross, pek çok kaynağa başvurmuş olmasına rağmen, kendi deneyimlerinden ve o dönemde bulunduğu çevrelerden Mayıs 68’i görüyor. Örneğin, o dönem Fransa’da radikal hayalgücünü harekete geçiren ve besleyenler arasında figürler arasında Vietnamlı savaşçıyı ve Çinli halk doktorunu sayıyor ama bir Che Guevara’yı ve Latin Amerika’daki devrimci hareketlerin Fransa’da nasıl görüldüğünden bahsetmiyor. Kristin Ross, baktığı yeri daha iyi tanımlamış olsa, kendi 68 deneyimini ve radikal eğitimini kitaba katmış olsaydı, 68’in zengin hikayesinin radikal kaynaklarının bazılarından hiç bahsetmemiş olması eleştiri konusu olmayabilirdi. Fransa 68’i üzerine öğrenebilecek her şeyi bu kitapta bulmayı ummadan okunduğunda bu çalışmadan daha çok öğrenilebileceğini düşünüyorum.
1 Ross, Kristin. “Against Commemoration: Unearthing the Lives and Afterlives of May ’68.” Thread Journal, November 2, 2018.
2 Haneke, Michael. Michael Haneke talks about CACHÉ. Interview by Karin Schiefer, May 2005.